SİTEME HOŞ GELDİNİZ ABDULLAH ALBAYRAM
   
 
  2010-OKULUM-Dayı Ahmet Ağa İlkokulu


DAYI AHMET AĞA İLKOKULU


SLOGANIMIZ:

ZAMAN DEĞİŞİR,
         MEKAN DEĞİŞİR 
                   AMA KALİTE DEĞİŞMEZ.

BİZ BU İLKE İLE ÇALIŞIYORUZ.
BAŞARMAYI KENDİMİZE AMAÇ EDİNMİŞİZ.

RESİM ARALARINDA DERLEMİŞ OLDUĞUM 
DAYI AHMET AĞA METİNLERİNİ BULACAKSINIZ


MİNİKLERİM SEÇİMDE

BAŞARI HER ZAMAN ÖDÜLLENDİRİLİR

YAZARLARLA SÖYLEŞİ

YAZARLARLA SÖYLEŞİ

MİNİKLER TİYATRODA


MİNİKLER TİYATRODA

23 NİSAN İL MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ MAKAMINDA
                              ÖĞRENCİMİZ






 

Dayı Ahmet Ağa ve Şakir Sabri Yener

Gaziyurt sözcüğünü Babam Osman Tuzcu, 1946 yılında kurduğu gazete ve matbaası için
kendisi yaratmıştı. Buna benzer yarattığı çok güzel sloganlardan birisi de,
abimin bastığı üzerinde fıstık dalının fotoğrafı olan bir kartpostala
“Gaziantep’ten fıstıklı selamlar” idi... Şimdi düşünsem daha fazlası da aklıma
gelir, ama yazımın konusu o değil...


Babam, Antep ve Gaziantep hakkında yapılmış aklı başında araştırmalara çok değer
verir, ısrarla onları Gaziyurt ve Sabah gazetesinin sütunlarına taşır veya
kitap olarak basardı. Gaziyurt Matbaasında basılan kitapların arşivi maalesef
elimizde yok. Ben, zaman zaman rastlarsam onları sahaflardan topluyorum.
Babacığımın bastığı artık sahaf dükkanlarına düşen bu kitaplara bazen çok
yüksek bedeller ödüyorum. Geçenlerde bu şekilde aldığım kitaplardan birisi,
“Gaziantep’in Yakın Tarihinden Notlar ve Hatıralar/ Gaziantep’lilerin Maarife
Hizmetleri” başlığını taşıyor. Yazarı ise, her zaman okumaktan büyük keyif
aldığım; gözlemlerini araştırmalarını büyük ustalıkla satırlara dökmeyi
başaran: Şakir Sabri Yener. Bilmem bilir misiniz? Kitaplar tek tek sayfalar
halinde basılmaz. 8, 16 sayfaları alacak ve forma denilen kocaman bir tabaka
üzerine basılır, daha sonra sayfalar kesilir ve peş peşe yerleştirilir.
Sahaftan aldığım kitap da Gaziyurt Matbaasında o şekilde basılmış. 1958 yılında
basıldığı için, o yıllarda baskıdan sonra forma kesilmez, katlanırdı. Bu
şekilde elinize aldığınız kitabın sayfaları birbirine bağlı olurdu, açacak veya
bıçakla onu açar, okunur hale getirirdiniz. İşte ben de bu kitabı bıçakla
kesip, sayfaları açılır hale getirdim. Sanırım fiyatı, bu şekilde orijinal olduğu için pahalıydı.

Şakir Sabri Yener, 1888-1973 yıllarında yaşamış bir yazar. Yener, 1913 yılında Antep Dar-ül-muallim
(Öğretmen Okulu) okulundan mezun olmuş, 1916-1917 öğretim yılında Halep’e gidip
tahsiline devam etmiş ve oradan da diploma almış.

Dayı Ahmet Ağa, Antepli gerçek anlamda maarifsever bir insan. Yona köyünün,(bugünkü ismi Çaybeyi)
Karaburun ve Mıdıfı isimli çiftliklerin de sahibi. Şakir Sabri, okuldan mezun
olduktan sonra 1913 senesinde Yona köyünün Dayı Ahmet Ağa tarafından açılan
ilkokuluna öğretmen olarak tayin olur. Dayı Ahmet Ağa ile birlikteliği böylece
başlar. Onu yakından tanımak, fikirlerini öğrenmek fırsatını bulur. Hatta,
Antep’te bugün restore edilen Dayı Ahmet Ağa evinin selamlığındaki sohbetlere
katılır onları da yazar.

Düşünebiliyor musunuz? 1918 senesinde Yona köyünde yatılı elli öğrenci kapasiteli bir okul kurmuş Dayı Ahmet Ağa. Devlet, beslenme, öğretmen ve görevli paralarını karşılıyor. Okul binası ve diğer gerekli masraflar Dayı Ahmet Ağa tarafından karşılanıyor.
Yatakhanede kullanılan yatak ve diğer malzemeleri ise, okula yatılı olarak
gelen öğrenciler beraberlerinde getiriyorlar. Öğrencilerin o zaman ki
kıyafetleri dizlerine kadar inen birer bez gömlek... İlk sene eğitim aldıkları
yer, bir ahır! Bir tarafta çiftlikdeki hayvanlar barınıyor, diğer tarafta Şakir
Sabri, çocuklara ilim irfan öğretiyor. Yener, 1917’de Halep’den döndüğünde Ağa,
güzel bir okul yaptırmıştır. Şakir Sabri, Fransızların köyü işgali olan 1920
senesine kadar, Yona köyünde yedi sene kalır, hem müdürlük, hem öğretmenlik
görevini sürdürür.

Yona köyü, o zamanlarda Antebe 45, Akçakoyunlu tren istasyonuna 10 kilometre mesafede verimli arazilere sahip güzel bir köydür. Köy halkı, askere gitmemek için nüfusa kayıtlı değildir.
Nitekim, Şakir Sabri çocukları okula alınca “biryerlere kayıtlı olacakları”
için itiraz ederler. Biraz sıkıştırınca çocukları dağlara kaçırırlar. Bu
mücadele o kadar ileri gitmiş ki, çocuklarını okuldan kaçıranları Dayı Ahmet
Ağa kırbaçlar, adam akıllı dövermiş. Bu şekilde okul çağında olan 20 çocuğu
okula kaydedebilmişler.

Ağa, çiftliklerden kaldırılan harmanlardan kendi payını alırken, bir timin de -22 kilo- “okul hakkı” diye
alırmış. Ancak bunun yanısıra kendisi hepsi fakir olan öğrencilerin elbise ve
okul masraflarını karşıladığı için, köylünün okula itirazı da azalmış.
Öğrenciler, çevreye uymak ve köylülerin gözünde “şimdiden asker oldu” fikrini
uyandırmamak için önü kapalı basma entari yani fistan, sako denilen ceket,
kırmızı yemeni ayakkabı, agil ve keyife giyerlermiş. Tarif ettiğim, bir aşiret
kıyafeti... Kefiye başa takılan, daha çok Arapların kullandığı, omuzları da
örten erkek baş örtüsüdür. Ağil ise, kefiyenin üzerüne bağlanan yünden örülmüş
kalın çember bağdır.

Dayı Ahmet Ağa, pek modern bir adam. Piyano, org ve kanun çalıyor. Çiftlikte o yıllarda tüm bu aletler
var. Üstelik bu aletleri hem çalıyor, hem de şarkı söylüyor... Böyle bir adamın
çiftliği de pek modern... Kütüphane, ekmek fırını, hamamı, tam teçhizatlı bir
tamirhanesi, kuş damı, harem dairesi, selamlığı, kahve ocağı, ve iyi
sayılabilecek bir de eczanesi var. Ağa, usta bir operatör gibi, yaraları
açıyor, pansuman yapıyor ve sarabiliyor. Traktör olmadığı için o devirde
demirden yapılmış pullukla çift sürüyor. Kırılan veya bozulan demir çiftlik
aletleri tamirhanede tamir ediliyor.

Sofrası açık, sürekli misafir ağırlayan, çok konuşkan ve nüktedan olan Ağa, inşaata da meraklı. Köyde inşa ettiği binaların tüm planlarını kendisi çiziyor. Berlin-Bağdat demiryolunu
yapan mühendislerle de ilginç anıları var, onları da bir başka sefere yazmak
istiyorum...

Yazarın diğer yazıları: http://www.ayfertuzcuunsal.com/p/yazilari.html
adresinde







HER BAYRAMI ŞENLİK HAVASINDA KUTLARIZ

HER BAYRAMI ŞENLİK HAVASINDA KUTLARIZ

HER BAYRAMI ŞENLİK HAVASINDA KUTLARIZ

HER BAYRAMI ŞENLİK HAVASINDA KUTLARIZ

             ŞAHİNBEY BELEDİYE BAŞKANIMIZ 
        SAYIN MEHMET TAHMAZOĞLU OKULUMUZDA

            ŞAHİNBEY BELEDİYE BAŞKANIMIZ 
        SAYIN MEHMET TAHMAZOĞLU OKULUMUZDA
                     AĞAÇ DİKİMİ SIRASINDA

                 ŞAHİNBEY BELEDİYE BAŞKANIMIZ 
        SAYIN MEHMET TAHMAZOĞLU OKULUMUZDA

                  ŞAHİNBEY BELEDİYE BAŞKANIMIZ 
        SAYIN MEHMET TAHMAZOĞLU OKULUMUZDA

TÖREN SIRASINDA ÖĞRENCİLERİM

ÖĞRETMEN VE İDARECİ ARKADAŞLARIM İLE SEMİNERDEYİZ

İLKÖĞRETİM HAFTASI KUTLAMALARIMIZ

İLKÖĞRETİM HAFTASI KUTLAMALARIMIZ VE
İDARECİ ARKADAŞLARIM

İL ŞAMPİYONU ATLETİZM TAKIMIZI YARIŞMALARDA

İL ŞAMPİYONU ATLETİZM TAKIMIZI YARIŞMALARDA

İL ŞAMPİYONU ATLETİZM TAKIMIZI YARIŞMALARDA








 


 

Ayfer Tuzcu Ünsal

 
YONA KÖYÜNE OKUL AÇMAK SEVDASI

 

 
09 Eylül 2012


 
 
 

 

Şakir Sabri Yener’in
  “Gaziantep’in yakın tarihinden notlar ve hatıralar/Gaziantepliler’in Maarife
  Hizmetleri” isimli kitabını okumaya doyamıyorum. Yona (Çaybeyi) köyünde 1913
  senesinde Dayı Ahmet Ağa tarafından açılan okulun açılış hikayesini Şakir
  Sabri Bey ve Ağa’dan nakletmek istiyorum:

  Yalnız, burada yapılan çok önemli bir yanlışa dikkat çekmek istiyorum.
  –Yazmazsam çatlarım!- Ve maalesef aynı yanlış yazı yazan herkes tarafından
  tekrar tekrar yapılıyor. Şakir Sabri Bey, 1913 ü anlatıyor, o devirde
  şehrimiz: Antep; Gaziantep değil... Cumhuriyet öncesi dönemden bahsederken
  Antep demek gerekmez mi? Hatta, Ayıntab demek belki daha doğru olur.

  Dayı Ahmet Ağa, çok konuşkan ve espiritüel bir adam. Çok katılımlı bir
  toplantıda bile kendini dinletecek hitap kabiliyetine sahip. Ayrıca, nüktedan
  da olduğu için meclisdekileri güldürebiliyor. Şakir Sabri’nin yazdıklarından
  Ağa’nın debdebeyi ve gösterişi sevdiği de anlaşılıyor. Yona’ya gelen
  misafirlere mutlaka çiftlikdeki ihtişamı göstermekten keyif alıyor. Aynı
  zaman da pek misafirperver olan Ağa, gelen misafirlere çiftliği oda oda
  gezdirmekten yorulmuyor.

  Genç bir öğretmen olarak Yona’ya atanan Şakir Sabri de ilk Yona’ya ilk
  ulaştığı günlerde çiftliğin her tarafını detaylı olarak geziyor. Bu tanıtma
  gezisi sırasında kilerlerden birinde boru gibi dürülü, siyah ziftli bir
  muşamba görüyor. Dayı Ahmet Ağa’ya, “Bu nedir?” diye soruyor. Dayı, gezdirme
  işi bitince bir yere oturup, siyah ziftli muşambanın ne olduğunu anlatıyor.
  Şimdi Dayı’yı dinleyelim:

  “Şu anda harem dairesinin içinde oturuyoruz. Buranın çatısı yok, damı toprak.
  Çatı yaptırmak için Antep’ten kiremit getirmek için yol uygun değil. Daha
  doğrusu yol yok! Burada Yona’da bir kiremit ocağı kurmayı düşündüm, ancak,
  ona da toprak elverişli değil. Toprak dam, çok ilkel birşey. Kışın yağmur kar
  yağdığında dam, akar, eşyalarımız berbat olur.

  Almanlar tarafından yapılmakta olan Berlin-Bağdat demiryolu hattı Akçakoyunlu
  köyüne yetişti. Yolu yapan Alman mühendisler Akçakoyunlu’da ikamet
  ediyorlardı. Bir gün kalktım, mühendislerin yanına Akçakoyunlu’ya gittim,
  onları Yona’ya yemeğe davet ettim. Ertesi gün davetime geldiler. Öğle
  yemeğinden sonra hep beraber konağın damına çıktık. Alman Mühendis gurubu
  yedi kişiden oluşuyordu. Damın aktığını ve eşyaların berbat olduğunu onlara
  da anlattım. –Kolay, dediler. Bizde siyah ziftli muşamba var. Ondan size kafi
  miktarda hediye ederiz. Uygun mevsimde damın toprağını sıyırtırsınız. Damda
  on santim kalınlığında kalan toprağın üzerine bu muşambaları yaydırır, üstüne
  yine âdetininiz olduğu üzere toprağı yaydırırsınız, silindirletirsiniz
  (loğlatırsınız) toprak perkir, damda da akma olmaz. –Ben de öyle yaptım.
  Damda ki akıntıyı bu şekilde önledik. İşte o gördüğüm siyah muşamba bunlardan
  artakalandır. Muşambalar, hep o gördüğün gibi, soba borusu kalınlığında ve
  ikişer metre uzunluğundaydı.”

  Dayı Ahmet Ağa, sözlerine devam ediyor: “Hocam! Alman Mühendislerle biz damda
  bu işleri konuşurken bizim çiftçiler de köyde, duvarların diplerinde küme,
  küme oturmuşlar, boş bakışlarla bizi seyrediyorlardı. Baş mühendis
  Almanya’nın ünlü mühendislerinden birisi imiş. Bizim, oturan köylüler dikkatini
  çekti. Kendisi gayet iyi de Türkçe konuşuyordu. Bana sordu:

  Başmühendis: -Ağa, bunlar kim?

  Ben: -Bunlar bizim çiftçilerimiz dedim.

  Başmühendis: -Peki şimdi iş zamanı değil mi? Çalışma saatında bunlar ne diye
  tembel tembel oturuyorlar?

  Ben: -Onların böyle oturmasına sen sevinmeli ve onları alkışlamalısın! Dedim.

  Başmühendis: O ne demek? Niçin alkışlayıp, memnun olmalıyım? Diye hayretle
  yüzüme baktı.

  Ben: -Eğer onlar böyle tembel bemel oturmasaydılar şimdi sizin, bizim
  topraklarda ve benim konağımın damında ne işiniz vardı? Eğer bunlar böyle
  oturmasalar da çalışsalar, sizinkiler gibi yüksek ilim ve irfan sahibi
  olsalardı, şimdi buralara döşediğiniz demirleri, rayları onlar döşerlerdi.
  Bana vereceğiniz muşambaları onlar yaparlardı. Size de ihtiyaç kalmazdı!

  Bu sözler başmühendisin çok hoşuna gider. Kahkahalarla güler. Diğer Alman
  mühendislere de tercüme eder, onlar da gülüşürler.

  Başmühendis: -Madem ki dobra dobur konuştun, ben de bir Alman’a yakışan
  ciddiyetle konuşacağım, dinle!

  -Biz Fransızlarla çok savaştık ve mağlup olduk. İmkanlarımız kısıtlandı.
  Elimiz kolumuz bağlı, böyle duvar diplerinde tembel tembel otururduk. Bir gün
  Alman büyükleri bir kongre topladılar:” Alman milletine böyle pineklemek,
  oturmak yakışmıyor” dediler. Kalkınma işine, askerlikten mi; ziraattan mı,
  teknik işlerden mi; ticaret veya ekonomiden mi başlamayı tartıştılar.
  Kongreye katılan ve uzun süre suskunluğunu muhafaza eden bir adam: “Bunların
  hepsi boş laf. Hepsi de bilgi ister, bilgisiz iş yapılmaz. Biz, herşeyden
  evvel insan fabrikaları açalım, fikir üretelim; ne yapacaksak ondan sonra
  yaparız” ded. Diğerleri “insan fabrikasının” ne olduğunu anlamadılar. Adam:
  “Yurdumuzun en ücra köylerinde bile okul açmalıyız, herkes eğitilmeli. Önce
  milli eğitimden başlayarak kalkınmalıyız, daha sonra diğer işleri kolaylıkla
  yaparız” dedi. Bu fikir kongrede alkışlarla kabul edildi. 33 sene içerisinde
  Almanlar, bir başka ülkede demiryolu döşeyecek hale geldiler. İşte sizin için
  de kurtuluş yolu budur.

  Alman Baş mühendisin bu sözleri Dayı Ahmet Ağa’yı etkiler. Ertesi gün Halep’e
  gider, Vali’ye çıkar. Vali Bey, Yona köyünde bir ilkokul açmayı kabul eder.

  Karar, Halep Genel Meclisi’nden de geçirilir. Her türlü formalite tamamlanır.
  Dayı Ahmet Ağa, Halep Maarif Müdürü Şükrü Bey’i, Yona Köyü ilkokulu’na öğretmen
  olarak Şakir Sabri Bey’in atanması konusunda da ikna eder. Ve böylece Yona
  köyünde 1913 yılında eğitim hayatı başlar.

  Dayı Ahmet Ağa’nın anlattığı okul öyküsü Şakir Sabri’yi derinden etkiler.
  Zaten çalışkan olan Yener, daha da hırslanır ve Birinci Dünya Savaşı’nın her
  türlü mahrumiyetine ve meşakkatine rağmen Yona’daki okulu açık tutar,
  öğrencilere ilim irfan öğretmeye devam eder.

  Bir başka yazıda da Şakir Sabri’nin çocuğu olmayan Dayı Ahmet Ağa’yı
  çiftliklerini Milli Eğitim’e bağışlaması için nasıl ikna ettiğini yazmak
  istiyorum.


 



 

 




 

 






BAYRAM KUTLAMALARIMIZ


BAYRAM KUTLAMALARIMIZ

BAYRAM KUTLAMALARIMIZ


BAYRAM KUTLAMALARIMIZ


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU

DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU-ÖDÜL KÖŞEMİZ


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU-ÇEVRE KÖŞEMİZ
DAYI AHMET AĞA TANITIM KÖŞESİ


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU
ATATÜRK KÖŞESİ


DAYI AHMET AĞA İLKÖĞRETİM OKULU


Okulumuzun Ön Giriş Görünümü

Dayı Ahmet Ağa İlköğretim Okulu Güney Doğu Görünümü



Dayı Ahmet Ağa İlköğretim Okulu  Ön Giriş


Dayı Ahmet Ağa İlköğretim Okulu Tarihçe Panosu

Dayı Ahmet Ağa İlköğretim Okulu  Tarihçe Panosu



Dayı Ahmet Ağa İlköğretim Okulu Ödül Panosu












Dayı Ahmet Ağa İlkokulu Öğretmenler Odası



Dayı Ahmet Ağa İlkokulu Müdür Odası



Kantin-Çok Amaçlı Salon ve Ana Sınıfı İç Giriş

DAYI AHMET AĞA  İLKOKULU 
ŞAHİNTEPE MAHALLESİ (KARATAŞ 2.BÖLGE) 385 NOLU CADDE
ŞAHİNBEY -GAZİANTEP
TELEFON:0 342 3713377-3715536
FAKS(BELGE GEÇER):0 342 3715536
http://dayiahmetaga.meb.k12.tr
OKULUMUZ
 BİR MÜDÜR
ÜÇ MÜDÜR YARDIMCISI
58 ÖĞRETMEN,
BİN BEŞYÜZ KIRK ÖĞRENCİ İLE 
EĞİTİM-ÖĞRETİM HİZMETİNİ YÜRÜTMEKTEDİR.

OKULUMUZ 1936 YILINDA KURULMUŞ OLUP ŞİMDİKİ YERİNE VE BİNASINA 2006 YILINDA NAKLEDİLMİŞTİR.
 OKULUMUZUN MEZUNLARI ÜLKEMİZDE VE GAZİANTEP'TE BİRÇOK YÖNETİCİLİK KADEMESİNDE GÖREV YAPMAKTADIR.

 

GAZİANTEP SAVUNMASINDA DAYI AHMET AĞA VE GÜVERCİNLERİ
Gaziantep Savunma ve savaşı devam ediyordu. Şehir önce İngilizler tarafından, bir yıl sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmişti.

 Gaziantep Fransızlarca çembere alınmış, Gaziantep’in dışarı ile haberleşmesi kesilmiş; hiçbir yerden ne yardım geliyor, ne de haberleşme oluyordu. Gaziantep’le haberleşme, telgraf, telefon hatları kesilmiş. Seçilen gönüllü postalar, Burçlu Mehmet Çavuş, Ökkeş Ağa, Elbistan’lı Hoca gibi cesur mücahitler, ölüm kalım pahasına Fransız hatları arasından gizlenerek geçer, dışarı çıkarlardı. Giderken yanlarında götürdükleri terbiye edilmiş (çoğunlukla Dayı Ahmet Ağa’nın) güvercinleri orada bırakırlar, geri gelirken sırtlarında getirebildikleri kadar ilaç, gıda maddeleri ve cephane getirirlerdi. Gerek kolorduya, gerekse diğer yerlere haber göndermek, haber almak için mesaj yazılı mektubu bu güvercinlerin ayağına veya sırtına bağlanır öyle haberleşilirdi. Zaten alışkın oldukları Gaziantep’e doğru uçururlardı. Özel olarak beslenen ve eğitilen Dayı Ahmet Ağa’nın güvercinleri postacılıkta çok yararlı olmuştu. Yandaki resimde 60 yaşında Gaziantep Mücahidi Dayı Ahmet Ağa, sağ tarafta Özdemir Bey, ortada haberleşmeyi sağlayan gazi güvercinlerden biri bulunuyor. (Bu tarihi resim Gaziantep’li Öğretmen Adil Dai’nin Olaylarla Gaziantep Savaşı adlı kitaptan alındı) 
Resme dikkat edilirse, ortada bir sehpa, sehpanın üzerinde bayrak ve Arap harfleri ile yazılmış bir örtü, bu örtünün üstünde de bir güvercin bulunmakta. İşte bu güvercin, günümüzden 88 yıl önce Dayı Ahmet Ağa’nın haberleşmede kullandığı en iyi güvercinlerinden biri. En üstte “tövbede acele ediniz, namazda acele ediniz” yazısı bulunurken, en altta da,”hürmet edilen güvercin” yazısı bulunmaktadır.
İşte Gaziantep’in Fransız’larca, çelik çembere (ablukaya) alındığı, Gaziantep’e girip çıkmanın mümkün olmadığı zamanda Dayı Ahmet Ağa’nın sevimli güvercinleri dışarı ile haberleşmeyi sağlıyormuş. Onun için bu sevimli güzel kuşu baş tacı etmişler, hürmet etmişler, onunla resim çektirmişler. Plaket gibi, “hürmet edilen güvercin” diye yazıp hatıra resmi çektirmişler. Resimde solda Dayı Ahmet Ağa, sağda Komutan Özdemir Bey, ortada bir sehpa üstünde haberci güvercinlerden biri.
Bu nedenle, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, Dayı Ahmet Ağa’nın konağının uygun bir yerine, Dayı Ahmet Ağa’nın silahlı mücahit ile elinde bir güvercin olan heykelini dikmelidir. Çünkü o kahramanların çabasına, savaşına Gaziantep’lilerin, hepimizin teşekkür borcumuz vardır. Bu heykel onlar için rahmete vesile olurken, çağdaş şehirlerin de süsü, kültür güzelliği olacaktır. Bu heykeli özellikle öneriyorum.
Güvercinlerle haberleşmeye örnek olması için şu mesajı alma gereğini duyduk. 9.Fırka Komutanı Hayri Bey, güvercinle gönderdiği bir mesajda şunları yazıyordu:
“Özdemir Bey’e,
Şimdiye kadar kasabadan gelen postalarla 9 güvercin geldi. Yedisi cevaplarla uçuruldu, ikisi gitmedi, tarafımızdan tutuldu. Elimizde iki kuş var. Bu cevabımızı da bunlarla uçuracağız…”  Daha nice güvercin mesajları.
9.Fırka Kumandanı Hayri.
Fransız’lar, çelik çember gibi Gaziantep’in etrafını sardıkları, telefon, telgraf hatlarını kestikleri halde, Gaziantep’lilerin nasıl haberleştiklerini araştırırken, tarih boyunca haberleşme aracı olmuş güvercinleri akıllarına getirip güvercinlerle haberleştiklerini öğrenince, kuşatma üzerinde uçan bütün güvercinleri vurmaya başladılar. O sıralar, arada sıralarda gökyüzünde Gaziantep Mücahitlerinin yardım feryatları yazılmış mesajlar taşıyan güvercinler uçuyordu. Top, tüfek seslerinden Gaziantep dolaylarında hiçbir kuş uçamaz olmuştu. Fransız’lar gördüler ki, güvercin gövdesinde mesaj geliyor, mesaj gidiyor; ondan sonra Fransızlar, üslerinden uçan bütün güvercinleri, hatta bütün kuşları makineli tüfekle vurmaya başladılar. Bu kuşlardan birisi Fransız’lar tarafından vurulmuş. Fransız komutan Abadie bu güvercini karargâhında bir camekân içinde saklamıştır.
Güvercinler, geçmiş yüzyılların ilk haber postacılarıdırlar. Çok sevimli, çok barışçıl olan bu kuşlar, öylesine sevecen bir canlıdırlar ki, önlerinden yiyeceği kapıp kaçan küçücük serçelere göz yumarlar. Parklara oturup defalarca denemişimdir, güvercinin önüne özellikle, ısrarla yiyecek atarım, serçeler tek bir dalışla güvercinin nerdeyse ağzından o yiyeceği kapıp kaçar. Bu, serçeye göre kocaman görünüşlü güvercin ona dokunmaz, ne kadar munis, barışçıl ve sevecen bir kuştur. Onun için bütün dünyada güvercin barışın simgesidir.  Telgraf, telefon öteki iletişim araçlarının bulunmadığı çok uzun süreli yüzyıllar içinde, insanlar Gaziantep’liler gibi güvercinlerle haberleşmişlerdir.
Dayı Ahmet Ağa’nın güvercinleri demiştik. Dayı Ahmet Ağa, Gaziantep’in varlıklı ailelerinden biridir. Eğer Gaziantep’e yolunuz düşerse, tarihi Ömerliye Camisine yakın Düğmeci Mahallesinde Eski Posta Sokağı’nda Dayı Ahmet Ağa’nın, şimdilerde otel lokanta olarak kullanılan, taştan yapılmış çok muhteşem bir konağını görürüsünüz. Bu konağın önünden geçerken bu konağa girerek inceledim; orada görevliler taş duvardaki oyulmuş çukuru göstererek, “Fransızların top mermi izi” dediler.
                                               Ankara’ya gelip bu satırları yazmaya başladığımda kaynak araştırırken, 2008 Aralık ayında Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin E-posta adresine mesaj göndererek, “yazmakta olduğum kitabıma doğru kaynak oluşması için, Dayı Ahmet Ağa Konağının önündeki güvercin yuvasını kim, ne amaçla yaptığının bildirilmesini rica” eden bir mesajımı gönderdim. Bunu iki kez gönderdikten başka, özel kalemindeki bayan sekretere telefonlarımı da bırakarak,  benim için önemli, önerilerim konusunda başkanla görüşeceğimi bildirdiğim, açıkladığım olaylar hakkında bilgi alacağımı, rica ettiğim halde, bir türlü görüşmek mümkün olmadı. Demek ki, -kuş yuvasını kim yaptı- diye sormam, muhtemelen  “manyağın biri sorup duruyor”  diye düşünmüşler, tuhaflarına gitmiş olmalı…
                                             Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr Asım Güzelbey’e ulaşabilseydim, bu araştırmalardan sonra yazdığım, kitabımın önsözünde de eklediğim şunları kendisine söyleyecektim:
                    Dayı Ahmet Ağa, Gaziantep Savunmasında 60 yaşlarında yaşlı, zengin, hayırsever güvercin beslemeye meraklı bir mücahit. O yaşta elinde silahla çarpışmış yiğit bir Gaziantep’lidir. Evet, kitabın içinde, Dayı Ahmet Ağa’nın ve haberleşmede kullanılan “hürmet edilen haberci güvercin” yazılı ve Özdemir Bey’le savaşta çekilmiş resmi var. Dayı Ahmet Ağa Gaziantep savunmasında, Gaziantep Fransız çelik çemberi ile sarılmış iken, güvercinleri ile haberleşmeyi sağlayarak çok değerli bir hizmet yapmıştır. Böyle hayırsever kahramanlar unutulmamalıdır. Hele az okuma yazması ile savaştan önce köyüne yaptırdığı yatılı okul ve eğitime verdiği hizmet, savaştan sonra okul yapılması için bağışladıkları kıymetli arsası ile unutulmayacak bir Gaziantep’li kahraman kişi. Kahramanları anımsatan heykeller, bir şehrin çağdaş kültürel süsüdür. O nedenle, Dayı Ahmet Ağa’nın, bir elinde tüfeği, bir elinde güvercini, fişeklikler çapraz asılmış (resimdeki gibi), sakallı, kalpaklı vaziyette bir heykelini konağının önüne veya uygun göreceğiniz bir yere dikmenizi diliyorum. Ama güvercin vurgusu belirgin olsun; ayrıca güvercin barışın sembolü de değil midir? Nice eski saray duvarlarında birbirinden güzel güvercin yuvaları yaptırmış atalarımız. Heykele, yeni nesilleri aydınlatmak için, bir rölyefe olayı anlatan bir yazı da yazılmalı.
Dayı Ahmet Ağa’nın güvercin merakını, Gaziantep Savunmasındaki güvercinli haberleşme hizmetini, çarpışmalardaki kahramanlığını öğrenince, bu rastlantı karşısında daha da çok şaşırdım. Kader ve rastlantılar insanlara sürprizler de hazırlıyormuş, diye düşündüm. Bu olaydan beş ay sonra, konuyu daha detaylı araştırmak için Gaziantep’e gittim.
Dayı Ahmet Ağa’nın konağının önünde resim çekerken, konağın bulunduğu Düğmeci Mahallesinin on yıllık Muhtarı Marangoz Abidin Hösükler’e -bu kuş yuvasını buraya kim ne amaçla dikti-  diye sorduğumda, şunları söyledi:
“-Hiç öylesine, kuş sevgisi için, biraz da süs olsun diye, üç yıl önce bu sokak tanzim edilirken mütahit dikmiş”. Konağın hemen bitişiğinde 16/ A da 40 yıldır berberlik yapan Müftah Yeşil de şunları söyledi: “Düğmeci Mahallesi Eski PTT sokağında bulunan Dayı Ahmet Ağa’nın bu konağında, uzun yıllar karısı Fatma Hanım oturdu. O da ölünce vakfa bağışlandı. Belediye bu sokağı tanzim ederken, kuş yuvası da, kuş sevgisini vermek için o zaman yapıldı. Gaziantep’liler kuşu güvercini sever”.
Bu konuda çok kişiye sordum, “belediye süs için yapmış”  diyorlardı.
Dayı Ahmet Ağa Konağı’nın önündeki ilginç güvercin yuvası hakkında, kaynağından doğru bilgi almak için Gaziantep Büyükşehir Belediyesine gittim; başkan, başkan yardımcısı birileri ile mutlaka görüşeceğimi söyleyince,  beni belediye kültür hizmetlerinde çalışan,  Veteriner Hekim Muhtar Akyol’a, götürdüler. Muhtar Akyol’ çektiğim resimleri de göstererek, bu kuş-güvercin yuvasını kim ne amaçla yaptı, belediyeniz mi yaptı? Diye sorduğumda, “hiç öylesine süs olsun diye, Gaziantep’liler kuş-güvercin sever insanlar olduğu için yapıldı herhalde”, dedi. Dayı Ahmet Ağa’nın yukarıdaki güvercin haberciliğini anlattığımda o da şaşırdı. Ne yazık ki, yeni nesil, işgal, savaş görmüş, binlerce şehit vermiş ve kahramanlık duyacağı tarihsel olaylardan habersiz diye düşündüm, üzüldüğümü ona da söyleyerek, önsözde yazılanları gösterince hayretle dinledi, “başkanıma bunları ileteceğim” dedi. Muhtar Akyol, “bir de, belediyemizin Bey Mahallesinde İmar Müdürlüğümüze bağlı birimi var” orayla da görüşün isterseniz”  deyice, oraya gittim. Savaştan önce, binlerce Ermeni’nin yoğun olarak oturduğu, sonradan Atatürk’ün (Gaziantep’e gelişinde) nüfus kaydının yazıldığı, Bey Mahallesindeki belediye imar birimine gittim. Bu bina 1877 yılında kesme taştan yapılmış, üç katlı çok güzel bir mimari özelliği var (yanda resmi olan).  Bu zarif binada Gaziantep Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı bulunuyordu. Bu birimde çalışan Arkeolog Zeynep Akkaya’ya da, Dayı Ahmet Ağa Konağının önündeki güvercin yuvasını kim, niçin yaptı diye sordum. Şehircilik Uzmanı Zeynep Akkaya yakınlık göstererek, “ne amaçla yapıldığını bilmiyorum, ama bizim Gaziantep’liler güvercin merakı olan, güvercini seven insanlar, ama orayı özel idare yaptı, araştıralım” dedi. Barışın simgesi olan sevimli kuş güvercini dünyanın her yerinde insanlar sever. Zeynep Akkaya, özel idareden telefonla bilgi alarak bana şunları söyledi: “Dayı Ahmet Ağa Konağının önündeki sokağı özel idare tanzim etti. Onlar derler ki, “o sokağı tanzim ederken, süs olsun diye, insanların güvercin sevgisini yansıtmak amacıyla, sokağa bir güzellik versin diye yaptık, ayrıca orada vakıflara ait bir de bina vardı Dayı Ahmet Ağa ile alakası yok”, diyorlar dedi.
(Dayı Ahmet Ağa gibi, kahramanlıkları, yararlıkları görülmüş hayırsever bir Gaziantep’liyı nasıl unutmuşlar diye düşünerek ve de tarihi yerleri gezerken, Şeyh camisinde yatan (Şeyh Camisi ki, Antep savunmasında hastane olarak kullanılmış) Antep savunmasının kahramanlarından Karayılan’ın mezarı yanına tıpkı bir kitap şeklindeki mermer kitabeden harflerin dökülmüş olduğunu görünce, -Gaziantepliler kahramanların niye böyle duyarsız- diye olumsuz bir düşünceye kapıldım).
    Olay anlaşılmıştı, güvercin yuvasını Dayı Ahmet Ağa için yapmamışlardı. Ama güvercin yuvası, Gaziantep savunmasındaki güvercinle haberleştirmeyi, Dayı Ahmet Ağa’yı çağrıştıracak bir amaç taşımıyordu; ancak öylesine cuk oturan bir rastlantı vardı ki, bu tesadüfe şaşmamak mümkün değildi. Bu isabetteki şaşkınlığımı ona anlatınca o da şaşırdı. “Gerçekten farkında olmadan yapılan bu güvercin yuvası çok isabetli olmuş” dedi.
O vesile ile Belediye İmar birimlerinin bulunduğu bu muhteşem narin binayı Akkaya’ya sorduğumda şöyle dedi: “bu kesme taştan yapılan güzel bina 1877 yılında Ermeni Kız Koleji olarak hizmete açılmış. Gaziantep’te o zamanları 19 tane ilk, orta, lise okullar varmış. İşgalden sonra değişik amaçlarla kullanılmış ise de, son olarak ilköğretim okulu olarak kullanılırken, restore edildi, belediye imar müdürlüğümüze devredildi”. 

Resmi görülen ve 1877 yılında yapılan bu bina duvarlarının üst tarafına bakılırsa, güvercin yuvaları rahatça görülür.  
Düşündükçe insan üzülüyor, Müslüman Türkler her zaman Gaziantep’te nüfus olarak çoğunlukta oldukları halde, eğitim ve okul yönü ile azınlıkta olan Hıristiyanlardan kendi yurdunda bile hep geride kalmış. 1935 lere kadar Gaziantep’te lise bile yokken, çok daha önceleri Ermeni’ler kolejleri, çeşitli meslek okulları, hatta Amerikan Hastanesi bünyesin tıp okulları bile varmış. Müspet ilimin okutulduğu hiç bir okulu olmayan Antep'te XIX. yüzyılda 18 medrese bulunuyordu. Daha sonra medrese sayısı 24 e çıkarılmış. Bilime gerçek anlamda önem vermeyen Osmanlının batışındaki gerçeğe bakarsak, bilimden uzaklaşmanın Osmanlıyı cehaletin kucağına ittiği, bilimsizliğin yıkılışa götürdüğü sonucuna varırız.
İşte bu güvercin meraklısı ve güvercinlerinden Gaziantep savunmasında yararlanılan, Dayı Ahmet Ağa’yla ilgili beni şaşırtan bir rastlantıya tanık oldum. Gaziantep Savunmasından 1921 den 97 yıl sonra, bu satırları yazdığım 2008 yılına gelelim. Dayı Ahmet Ağa’nın konağının önünden geçerken gördüğüm güvercin yuvasının olayı böyle.
Gönül isterdi ki, tüm Gaziantep’liler Dayı Ahmet Ağa’nın güvercin olayını, kahramanlığını, hayırseverliğini unutmasınlar. Bu nedenle Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, bir teşekkür, saygı ifadesi olarak, Dayı Ahmet Ağa’nın güvercinlerini anımsatacak güvercin heykelini o sokağa dikmelidir. Hayır, sadece güvercini değil, Dayı Ahmet Ağa’nın elinde güvercin ile birlikte heykelini dikmeli, bir rolyefte de olayı yeni nesillere tanıtıcı not eklenmelidir. Böylece yeni nesillere, atalarını anımsatıp, doğayı ve kuşları sevdirecek bir tarihsel simgeyle de sanat sevgisi verilmiş olacaktır.  Bunu böylece anlattığımda, Muhtar Akyol not alarak, başkanımla bunu görüşeceğim, teklifinizi ileteceğim” dedi. Batı’da bu tür kahramanları anlatan, sembolize eden ve de şehirlerin kültür sanat süsü olan heykeller, şehirlerin parklarını meydanlarını süslemektedir.  Gaziantep belediye başkanları şimdiye değin  bunu nasıl düşünememişlerdi. Hele Gaziantep gibi, şanlı gurur verici geçmişe sahip bu şehirde, Dayı Ahmet Ağa gibi hayırsever, yiğit insanları nasıl unutulur? 
Acaba, bu sokağı tanzim eden mütahit, Dayı Ahmet Ağa’nın Gaziantep Savunmasındaki güvercin merakı ve hizmetine hürmeten mi, yoksa tesadüfen mi yaptı diye düşünmeye başladım. Soruşturma ve araştırmalarımda tamamen rastlantı olduğunu öğrendim, buna çok daha fazla şaşırdım, gözlerim yaşardı. 60 yaşında Gaziantep savunmasında çok yararlıklar göstermiş, Fransız’larla çarpışmış, İstiklal Madalyası almış bu yiğit Gaziantep’linin (Dayı Ahmet Ağa’nın) ruhu bu yuvayı yaptırmış olmalı, diye düşündüm. Ama onurlu bir anıtla gelecek neslimize bu olaylar anıtlaştırılıp, anlatılabilirdi.
Dayı Ahmet Ağa’nın konağını gezerken, şimdilerde otel ve lokanta olarak kullanılan buradaki görevliler, duvarın bir köşesinde patlamamış top mermisini gösterdiler.  Dayı Ahmet Ağa, 1.Dünya savaşı sırasında Barak Köylerinden kendinin oturduğu Yona’adan başka, Karaburun ve Mıktıfı adlı köylerin ağasıdır. Köye gelen devletin memurları onun evinde ağırlanır, hatırı sayılır kimsedir. Kendisi okula gitmediği halde, okuyup yazmayı kendi kendine öğrenmiş, cehaletin kötülüğünü, bilimin ve okumanın önemini yaşayarak öğrenen Dayı Ahmet Ağa zengindir, ama iyilikseverdir de. Çocukları çok sevdiğinden yoksul köy çocuklarının okuması için, bütün giderlerini kendisi karşılayarak bir yatılı okul açmıştır. Kendisi bazen Halep’te oturur, Halep vilayetinde Gaziantep’i temsilen encümen azası olduğundan, muhtemelen devlet imkânlarından da yararlanarak, Gaziantep Savaşından önce, bir Ermeni ustasına da, kesme taştan çok güzel bir okul binası ve konak yaptırır. Çevre köylerde okul öğretmen olmadığı halde, Dayı Ahmet Ağa, Halep Maarif Müdürü tanıdık olduğu için, nüfuzunu kullanarak köyüne öğretmen tayin ettirir. Anılarından yararlandığımız İncilipınar Kitabının yazarı Öğretmen Şakir Sabri Yener 1913 yılında Dayı Ahmet Ağa’nın Yona köyüne öğretmen olarak atanır. Öteki köylerde okul da, öğretmen de yoktur.
Okul var ama köylüler çocuklarını okula göndermek istemezler. Bunun nedenini, halkın acıklı sosyal durumunu, İncilipınar adlı kitabında Öğretmen Şakir Sabri Yener şöyle anlatır:
“-…Köyde çocuk kalmamış, hepsi dağa çekilmişlerdi. Sebebeini sordum köylü şöyle söyledi: “Biz dağların ceylanıyız. Çocuklarımız okula giderse yazıya girer yani nüfusa yazılır. Yazıya girdi mi, günü gelince askere alınır. Biz dağda cerenler gibi seke sıçraya serbest yaşamıya alışmışız. Hakikaten o zamanları yazı köyleri denen yüğzlerce köy erkeklerinden hiçbir kimse askere gitmemişti. Köyden birisi ağayı gücendirirse iki cezası vardı. Ya onu köyden göçürür, ya da askerlik çağındaki erkeklerini ihbar eder, askere yollardı. Askere gitmek onlar için ölmek demekti. Bu halkın askerliği sevmemesinin sebebi vatanını sevmemek değil de, askerliğin en az altı yıl gibi uzun bir süre olması ve bundan sonra tekrar takrar gerektikçe askere alınması. Bir de askerliğin Yemen, Hicaz, Basra, Bağdat gibi yaşama şartlarına dayanılmayacak uzak illere gönderilmesiydi. Senelerce askere gidenden haber alınmaz, izinli gelinmez, fakir asker ailelerine yardım yapılmaz, sağlam giden ya hiç dönmez, ya da sakat veya hastalıklı dönerdi. Halk,-ya gider gelmez, ya gelir iflah olmaz- derlerdi. Gaziantep Atasözüne geçmiştir: -Yemen’de Dülükbaba kadar Türk askerinin kemiği vardır- denir”.  (Dülükbaba Gaziantep’in kuzeyinde büyük bir tepedir), Köylü bir türlü çocuklarını okula göndermek istemezler; ne ki, bazı köylüler eşyalarını toplayıp ailece okulu olmayan köylere, vebadan kaçar gibi kaçıp göçtükleri görülür. Köylünün bu cahil tavrını gören Dayı Ahmet Ağa, çocukların babalarını konağına çağırıp kırbaçla dövmesi de, çocukların okula gelmesini sağlamadı.
Dayı Ahmet Ağa’nın aklına başka bir şey geldi; üç tane besili koyun kesip yemekler yaptırdı. Bütün köy halkını konağının bahçesine çocukları ile birlikte davet edip güzel bir ziyafet verdi. Öğretmen Şakir Sabri Yener, köylülere, okulun, okumanın önemi hakkında konuşmalar yaptı. Yılda bir kez et yiyebilen köy halkı, bu ziyafetten memnun kaldı ve biraz da yumuşadı.  Köylünün çok zeki ve şakacı Ellez Mehmet adında bir kâhyası vardı. O, bu hava içinde söz alıp şöyle bir laf etti: “Pekey ağam ben iki çocuğumu verdim. Yarın okula getiririm. Hele iki kurd da ben kovarayım”. Hep Ellez Mehmet’in ağzına bakan ve konuşmalardan, ziyafetten yumşayan köylüler de “pekey” dediler.
“Ellez Mehmet’in kurt kovarmaktan maksadı şuydu: Köylülerce bütün okuryazarlar, bütün aydınlar; topluluğun içine salıverilmiş parçalayıcı, yiyici, ezici, kırıcı birer kurt idiler. Köye gelen her tahsıldar, her memur, her jandarma, her okuryazar köylüyü soyup sovana döndermişti. “Pekey” bu çorbada Ellez Mehmedin neden bir tuzu olmasındı? Neden o da iki çocuğunu okutup cemiyet içine iki kurt koyuvermesindi”. Bu kara mizah gibi olaya köylüler de, Dayı Ahmet ağa da kahkayla gülerler.   
1913–1914 öğretim yılında, böylece Dayı Ahmet Ağa’nın köyünde yatılı okul açılır. Öğretmen Şakir Sabri Yener, ilk gün din dersinde çocuklara sorar:
“-Çocuklar Allah nedir?
Çocuklar şöyle cevap veririler:
“-Ahmet Ağa”…
Şok olan ve bozuntuya vermeyen öğretmen tekrar sorar:
“-Ya peygamber kim?
Çocuklar şöyle derler:
“-Ömer Efendi”…  (Ömer Efendi, Dayı Ahmet Ağa’nın Harput’lı vekilharcıdır).
Tüm anlatılanlardan, Osmanlının bilgisizlikten, cehaletten battığını gösteren acıklı örneklerdir. Ayrıca halkın, köylünün ne derece geri ve eğitimsiz olduğunu, okula, bilime ilgisiz kaldığını; devletin, memurun halkı soyan, halka tepeden bakan bir kavram haline geldiğinin acı, somut örneği olduğunu görmekteyiz. Ne ki, Osmanlı bile yüzyıllardır eğitime, özellikle bilime sırt çevirmiş, böylece yıkılışını hazırlamıştı. İşte halkımız böyleyken, Osmanlının yıkılışı sonucunu yaratan, Gaziantep dâhil yurdun birçok yerinin işgaline neden olan Birinci Dünya harbi arifesinde görünüm böyledir.  Buralar Böyle de, öteki köyler daha mı iyiydi?  Ne yazık ki ülke eğitimsiz, padişah kendi keyfinde, aydınlar çaresiz, ülke kendi kaderine doğru sürükleniyordu.  Oysa Gaziantep gibi, azınlıkların bulunduğu tüm bölgelerde, azınlıklara ait modern orta, lise, kolej okulları vardı. Halkımızdan bazıları da, hem de imamlar,  bu modern okullara, “gâvur mu olucaz” diye çocuklarını okula göndermek istemezler. Gerçi zaten Ermeniler de, bu okullara bizim çocukları almak istemezlermiş.
                       Dayı Ahmet Ağa’nın köyünde çocuklar okuyadursun, yaşı ilerlemekte olan Dayı Ahmet Ağa’nın çocukları olmaz, üzüntüden için için ağlar, üzülür. Bu nedenle derin bir “ahh” çekip ve ağladığına tanık olan Öğretmen Şakir Sabri Yener, “üzülmemesini, bütün memleket çocukları da senin, onların yetişmesi için çiftliklerinin iki tanesini Maarife teberru edersin” diyerek teselli edip teklifte bulundu. Köyünde “Dayı Ahmet Ağa Şehir Yatı Mektebi” adlı yatılı okulu açan Dayı Ahmet Ağa, çok takdir ettiği öğretmenin bu teklifini kabul ederek, Mıftıkı ile Karaburun adlı çiftliklerini Maarife hibe eder.
Bu hayırsever, ülkesini seven yiğit insan Dayı Ahmet Ağa için Öğretmen Şakir Sabri Yener, kitabında şunları yazar: 
“Dayı Ahmet Ağa, az okuryazar, fakat çok yönlü yaşamı ile doktor, mühendis, müzisyen, çiftçi, politikacı entellektuel bir adam gibidir. Çok yakışıklı, emsallerine göre ceket, pantolon, kravat yakıştırmakta çok mahir ve medeniydi. Memlekete gelen en büyük misafirler, paşalar, vezirler, vekiller vb memleket namına gelenler ona misafir edilir. Evinde lüks mobilyalar, alafranga yemek takımları ile hiçbir eşrafın evinde bulunmayan konfora sahipti.
Dayı Ahmet Ağa, güzel kanun ve org, piyano çalar; güzel bina planı yapar, iyi sağlıkçı gibi tedaviler yapar. Çiftliğinde modern tarım alet ve makineleri bulunur, nde mükemmel tamir atölyesi, mükemmel bir kütüphanesi vardır. Çiftliğinde ekmek fırını, güzel bir hamamı, güzel güzel ehil güvercinleri vardı, (Gaziantep Savaşında bu güvercinlerden çok yararlanılmıştır).
                      Dayı, Yona’da bir yatılı okul açtığı için padişahtan bir “Mecidî Nişanı” almıştı. Onu her zaman, (Gaziantep Savunmasında bile) iftiharla göğsünde taşır.
O zaman Halep’te konuşlu Yıldırım Orduları başkumandanı olan Mustafa Kemal ile tanışıktı ve onu çok severdi.
Gaziantep’in bu yiğit insanı çiftliklerini devlete bağışlarken, Gaziantep Savaşında 60 yaşına rağmen, belinde kama, sırtında tüfeği, boynunda çapraz fişeklikleri ve genç Gaziantep mücahitleri ile birlikte Fransızlara karşı aylarca çarpışmış. Çok iyi yetiştirdiği güvercinlerinden haberleşmede geniş ölçüde yararlanılmış. Savaş sonrası Gaziantep merkezinde bulunan çok değerli arsasını okul yapılması için bağışlamış; arsaya adını taşıyan ilköğretim okulu yapılmışsa da, okul park için yıkılmış. Gaziantep merkezindeki konağı bile vakfa bağışlandığından, bu Gaziantep’in yiğit insanının bir anıtının dikilmesi, onun adına bir vefa borcu olsa gerek”.   
Tarihi Dayı Ahmet Ağa Konağı, Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye Delegasyonu ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi işbirliği ile “GAP Bölgesi’nde Kültürel Mirası Geliştirme Programı” kapsamında restorasyonu (yenileme) tamamlanan tarihi bir yapıdır.
Dayı Ahmet Ağa, Gaziantep’in kurtuluş harbinde kumandanlık yapan, maddi manevi varlığını milli mücadele uğruna harcayan ve içinde oturduğu konağını Kuvayi Milliye için açarak, Gaziantep harbinde Fransız Kuvvetlerine direnen o büyük insanlar için lojistik destek vermiş çok yiğit bir insandır.
Dayı Ahmet Ağa için, Gaziantep Müdafaasında çok önemli hizmetlerde bulunmuş, anılarını bir kitapta yazmış olan Teğmen Mustafa Lohanlı Dayı Ahmet Ağa için şunları yazmaktadır:
“-Dayı Ahmet Ağa, gayet cesur, vatansever bir zat idi. 60–70 yaşına rağmen Gaziantep harbinde silahı ile, serveti ile hizmet etti. Üç sıra fişekliğini gece gündüz çıkarmazdı.  Semt reisliği yaptı. İlerlemiş yaşına bakmadan at üstünde köy köy dolaşıp asker ve siper kazma işleri için amele topladı. Kuşatma nedeniyle hariçle haberleşme yapılamazken, bu işi Dayı Ahmet Ağa’nın güvercinleri sağlamıştır.
Kolordu komutanı Selahattin Adil Bey’le birlikte bulunmuş, ihtiyar halinde kar, yağmur ve fırtınaya rağmen onunla birlikte harplere katılmıştır”.
Suburcu’ndaki adını taşıyan ilkokul için Milli Eğitime çok değerli (o zaman bir milyon değerindeki) arsayı bağışlamıştır.  Ne yazık ki, bağışlanan bu arsaya okul yapılmış ise de, sonradan bu okul yıkılmış, yerine park tanzim edilmiş, bir daha da onun adına okul yapılamamıştır.
                     Eğer, bu güvercin yuvasının Dayı Ahmet Ağa’nın konağının önüne yapılması rastlantı değil de, mütahidin, Dayı Ahmet Ağa’nın Gaziantep Savunmasındaki güvercin haberleşmesi hizmetini bilerek yapmışsa, zarif, ince düşüncesi için o mütahidi kutlamak isterdim, diye düşündüm. Ama öyle değildi, tamamen rastlantı idi.
Yandaki resimler, üstte Dayı Ahmet Ağa (solda kaması ile görülen sakallı), altta da konağının önündeki güvercin evi görülmekte. 
Tarihi Dayı Ahmet Konağı, Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye Delegasyonu ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi işbirliği ile "GAP Bölgesi'nde Kültürel Mirası Geliştirme Programı" kapsamında restoraysoyunu tamamlanarak Gaziantep halkının hizmetine açılmış bulunan tarihi bir yapıdır.
 Dayı Ahmet Ağa Konağı: Kurtuluş yılları sırasında Gaziantep harbinde kumandanlık yapan, maddi manevi varlığını milli mücadele uğruna harcayan ve içinde oturduğu konağı Kuvayi Milliye için açan Dayı Ahmet Ağa, Gaziantep harbinde Fransız Kuvvetlerine direnen o büyük insanlar için lojistik destek de vererek konağını vatan ve millet hizmetine vermişti.
 

 
ABDULLAH ALBAYRAM -GÜNÜN SÖZÜ
 
Bir işi bilen YAPAR
Az bilen akıl VERİR
Bilmeyen ELEŞTİRİR
Yapamayan çamur ATAR
———————————-
Hırsız evini, puşt (Pez.)avradını kıskanırmış
Kaynak :H.Ö
..............................................
Başarılı İnsan Daima Çözümün Parçasıdır.
Başarısız İnsan Daima Sorunun Parçasıdır.

Başarılı İnsan Her zaman Bir Programı Vardır.
Başarısız İnsanın Her Zaman Bir Mazereti Vardır.

Başarılı İnsan Her Soruna Bir Çözüm Bulur
Başarısız İnsan Her Çözümde Bir Sorun Görür.

Başarılı İnsan En Olumsuz Durumda Bile Çıkış Noktası Görür.
Başarısız İnsan En Olumlu Durumda Bile Engeller Bulur.

Başarılı İnsan "Zor Olabilir Ama İmkansız Değil" Der.
Başarısız İnsan "Mümkün Olabilir Ama Çok Zor"Der.


Aynı Dili Konuşanlar Değil
Aynı Duyguları Paylaşanlar
Anlaşabilir- Mevlana
----------------------------------


Hiç Hata Yapmayan İnsan,
Hiç Bir İş Yapmayan İnsandır.
...Ve Hayattaki en büyük hata
Kendisini hatasız sanmaktır.
YUNUS EMRE
..............................................................

BAŞARILI İNSANLAR
YENİ BİR İŞE BAŞLARKEN
GEÇMİŞTEKİ OLUMLU YAŞANTILARINI;

BAŞARISIZ İNSANLAR İSE
YENİLGİLERİNİ DÜŞÜNÜRLER.
--------------------------------------------


BİR FIKRA
SOBA
Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunmaktadırlar. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara birşeyler ikram etmek için odadan biraz ayrılır.
Hepsinin dikkati soba üzerine toplanır. Soba yerden 1 metre kadar yukarıda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar.
KİMYACI:
Adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş,böylece daha kolay yakmayı amaçlamış.
FİZİKÇİ:
Adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş.
JEOLOG:
Burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanın taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangın olasılığını azaltmayı amaçlamış.
MATEMATİKÇİ:
Sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş,böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış.
ANTROPOLOG:
Adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş.
Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarıda olmasının nedininin sorarlar.
Adam Cevap Verir:
BORU YETMEDİ.

...................................................................

SEYİSTEN PROFESÖRE DERS
Profesör,konferans vermek üzere salona
girmiş.Salon,ön sırada oturan bir seyis
dışında bomboşmuş.Konuşup
konuşmama konusunda tereddüte
düşen profesör seyise sormuş.

Buradaki tek kişi sensin.Bu durumda,
acaba konferans vermekten vaz mı geçmeliyim?

-- Hocam ben basit bir insanım; bu konulardan
anlamam.Fakat ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp;bir tanesinin kaldığını görseydim, yinede onu beslerdim.

Bu görüşe hak veren profesör konferansa başlamış.
İki saatin üzerinde konuşmuş durmuş. Sözlerini tamamladıktan sonra, tek dinleyicisine sormuş:

-Nasıl buldun?
-Hocam,size daha önce basit bir adam olduğumu
ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim.
Genede,eğer ahıra gelip biri dışında tüm atların
kaçtığını görseydim,onu beslerdim,ama elimdeki
bütün yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım.
...............................................................

Hayat dediğin 1 çay.
İnsan ise sadece 1 şeker .
Karıştırdıkça hayattan tat aldığını sanırsın.
Oysa hayatın seni erittiğini çay bitince anlarsın!!!!

.................................................................

Çay sevmek gibidir,
Sevilmekse şeker,
Bizim gibi garipler,
Çayı şekersiz içer.
Eşref ÖNDER

................................
Bir edepsizle asla
tartışmaya girmeyin.
Seviyenize çıkamaz.
İnmek zorunda kalacağınız
seviyede de büyük
deneyim sahibidir.
KAYBEDERSİNİZ

Abdullah ALBAYRAM
..........................................


Adamı adam eder
ÇALIŞMAK.
İşin zor yanı çalışmaya
ALIŞMAK.

Abdullah ALBAYRAM
....................................

3 KURUŞLUK ADAMA,
5 KURUŞLUK DEĞER VERİRSEN
ARADAKİ 2 KURUŞA SENİ SATAR

Hazine ALBAYRAM


......................................................

BÜYÜK BEYİNLER FİKİRLERİ
ORTA BEYİNLER OLAYLARI
KÜÇÜK BEYİNLER İSE
KİŞİLERİ KONUŞUR

.............................................

BİR SORUN GETİREN,
SORUNLA BİRLİKTE BİR
ÖNERİ GETİRMİYORSA;
KENDİSİDE SORUNUN BİR
PARÇASIDIR.

ABDULLAH ALBAYRAM

...............................................

KARANLIĞA SÖVECEĞİNE
KALK BİR MUM YAK.

KONFUCYUS
................................................

ÖYLE HOROZLAR VARDIR Kİ
ÖTTÜKLERİ İÇİN GÜNEŞİN
DOĞDUĞUNU SANIRLAR.

H.DUNANT

BEN SÖYLEDİM
SÖYLEDİM(Duydu anlamına gelmez)
DUYDU (Doğru anladı anlamına gelmez)
ANLADI (Hak verdi anlamına gelmez)
HAK VERDİ (İnandı anlamına gelmez)
İNANDI(Uyguladı anlamına gelmez)
UYGULADI(Sürdürecek anlamına gelmez)
ABDULLAH ALBAYRAM
 
 
GAZİANTEP DAYI AHMET AĞA İLKOKULU MÜDÜRÜ ------- KAYI-KARAKEÇİLİ ALİBAYRAMOĞULLARI DERNEĞİ ESKİ BAŞKANI Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol